(16 Kasım 1935 Tarihli Akşam Gazetesi Haberi)

Şimendifer müteahhidi Bay Abdürrahman Naci ile kompartımanlarımız yan yana... İkinci trenle gidecekler arasında Ali Çetinkaya generaller, saylavlar, vekâlet müsteşarı kadın saylavlarımızdan Bayan Nakiye, yanında adını hatırlamadığım bir kadın saylav daha... Bu aralık yanımızdan heybetli bir göbek geçti. Baktım ressam Bay Şevket. O da gidiyor. Aynı kompartımanda bekâr saylavlarımızdan gayet iyi giyinmesiyle meşhur Bay Süreyya... Biraz ileride General Fahreddin…

Nihayet istasyonda birikenlerin selamları arasında hareket ettik. Saat tam 20 buçuk…

Kompartımanlarda ikişer kişi yatılacak... Ben Bay Ali Naci Karacanla karşı karşıya yatacakmışım.

Cebeci, Kayaş’ı geçtik... Ankara’nın ışıkları gözümüzden silindi. Son süratle gidiyoruz. Her yeni geçtiğimiz istasyonda köylüler meşaleler, fenerlerle, davul, zurnalar çalarak bizi karşılıyorlar, yollarda şerefimize yakılmış ateş kümelerine sık sık rastlıyoruz. İstasyonlarda ışıkla yazılmış yazılar var: “Karadeniz’e kadar yolunuz açık...” Hat boyunda köylüler trene bağırıyorlar:

Bereket getirdiniz…

Bereket getirdiniz…

Hakikaten Türkiye’nin kalbi Ankara’dan ayrılıp Karadeniz sahillerine ulaşan demiryolu kalpten çıkan bir kan damarı gibi memleketin uzak kıyılarına hayat, neşe, bereket götürüyor, Köylü kadınları bizi uğurlamak için en yeni, en güzel köy elbiselerini, milli kıyafetlerini giymişler, ellerinde kendilerinin işledikleri çevreleri sallayarak bizi selamlıyorlar. Onların renk renk elbiselerinin bir aradaki hali hakikaten görülecek şey…

Yolculuk sırasında bitişik kompartımandaki Bay Abdürrahman Naci ile sık sık birebirimize misafir gidip geliyoruz.

Kendisinin yanında mühendis arkadaşları hattın açılmasına giderken bile çalışıyor. Doğrusu Bay Abdürrahman Naci’deki çalışma kudretinin fazlalığına hayran oldum. Hani büyük denizleri aşarken Trans Atlantiklerde kâtiplerine mütemadiyen yazılar yazdıran, daktilolarına mektuplar tape ettiren telsizle acentelerine, şubelerine emirler veren büyük Amerikan iş adamları vardır, işte Bay Abdürrahman Naci de böyle... Bir dakika bile boş vakit geçirmiyor. Yazıp, çiziyor, çizip, yazıyor.

Bu sırada Türkiye’nin en büyük tüneli olan Batıbel tünelini açan mühendis Bay Nuri ile tanıştık. Üç buçuk kilometreye yakın olan bu tüne git git bitmiyor. Trende bu tünele mühendisler Türk Semplonu adını koymuşlar…

Bu tünel Türk mühendislerinin büyük bir muvaffakıyeti addediliyor.

Şimdiye kadar böyle ağır inşaatı bizde ecnebi mühendisler yapıyorlardı, Bay Ali Çetinkaya’nın dediği gibi Türk mühendisi artık fenni rüştünü ispat etti Fakat bu hattaki tünel ve büyük büyük köprülerin bolluğuna diyecek yok. Tamam, 37 tünel geçtik.

İlk defa şimendifer gören bir köyden geçiyorduk. Bir ihtiyar... Belki 70 yaşında var... Trene doğru, bu hiç görmediği garip nakil vasıtasına doğru öyle bir koşuyor ki şaşırdık, Trenin önü ne gelince bağırmağa başladır.

Beni de alın, beni de alın… Ahtım var. Bineceğim... Beni de alın...

Hem elindeki büyük sopasını sallıyor hem de bağırıyordu.

Tren durunca, ihtiyar atladı. Kendisindeki sevinci görmeyiniz. Oturup kalkıp:

Aman ne rahat... Bu ne hızdır yahu... Diye tren hakkında mütalâa beyan ediyordu.

Bir aralık trende:

Deniz... Deniz... Deniz... Sesleri yükseldi. Bugün de Karatenizin en coşkun günü idi. Yüksek dalgalar beyaz köpüklerle kıvrıla kıvrıla, birbirinin üstünden küçük birer şelale gibi kaya kaya sahile çarpıyor..

Filyoslular bando mızıka ile bizi karşıladılar. O gün yeni bir postanen kurulmuş, hatta o güne mahsus olmak üzere bir de Ankara’ya telefon hattı uzatılmış… Bununla İstanbul’la da konuşmak mümkün. Bütün davetliler, etrafında köylüler tören başladı. Ateşli söylevler söylendi. Bayındırlık bakanı bizimle her mesele hakkında uzun uzun görüştü.

Bir aralık yorgunluktan bahsetti:

O kadar meşgulüm, o kadar yoruluyorum ki... Amma biliyor musunuz? Böyle işler yolunda gittikçe bu ne tatlı yorgunluk...

Dönüşü ve bakanla görüştüklerimizi ayrıca anlatacağım.

Hikmet Feridun-16 Kasım 1935 Tarihli Akşam Gazetesi Haberi

Yüksel Yıldırım-14 Kasım 2024

Kaynak: Haber Merkezi