"Yayla Sineması, Ereğli Kömürleri İşletmesi'nde (EKİ) çalışanların ve ailelerinin yararlanabileceği bir sinema salonudur. Orta Kapuz da EKİ'nin plajıdır. İstanbul Pastanesi ise, Zonguldak'ın tadı damaklarda kalan pas- tanesidir. Buralar, Safder'in ve ailesinin üç eğlencesidir.
Yayla Sineması'na da, Orta Kapuz'a da kartla girilir.
Zonguldak'ın en aydınlık karanlığı Yayla Sineması'dır. Safderler'in evinden yürüyerek on dakika mesafede, Güven'in, Ümit'in, Can'ın okuduğu Yayla Özel İlkokulu'nun içindedir. Her hafta yenilenen filmler, büyüklere haftanın iki günü akşam 20.00'de, ilkokul öğrencilerine pazar sabahı saat 10.00'da, ortaokul ve lise öğrencilerine cumartesi öğlen saat 13.00'te, gençlere yazları perşembeleri saat 18.00'de gösterilir. Cahide'nin o haftaki nöbeti hangi sinema gününe denk gelmiyorsa o akşam üç kardeşi güvenle evde bırakıp, karı koca en güzel giysilerini giyer, Cahide sadece hafif bir ruj sürer, Safder kravatını bağlar, ayakkabılarını cilalar, Cahide yüksek ökçeli ayakkabılarını tercih eder, kol kola girerler, yürüye yürüye Yayla Sineması'na giderler. Birbirlerini yıllardır tanısalar da kapıda kart kontrolü yapan Hamit Aga ve Katip Mehmet Bey'e kartlarını gösterip içeri girerler. Girişin solunda kalan büfede tombul cam şişelerde limonata satılır. Safder'le Cahide'nin o limonatalardan bir şişe olsun alıp içmişlikleri yoktur. Onlar içse Güven, Ümit, Can'a verecek limonata parası kalmayacaktır. Zaten Güven, Ümit, Can içerse, onlar da içmiş kadar olacaktır.

Birkaç basamak çıkıp salona girerler sonra. Herkes tanıdıktır. Bilet yoktur. Yer numarası yoktur. Ama herkesin yeri belledir. Kimse kimsenin yerine oturmaz. Cahide ile Safder'in yeri de bellidir. İnsanlarla tek tek selamlaşıp yerlerine geçerler. Sekiz oldu mu, öyle bir gong, iki gong, üç gong yok, ışıklar kapanır. Ekran aydınlanır. Reklam yok. Doğrudan aslan çıkar. Kocaman açar ağzını, kükrer. Sonra başlasın film.

Cahide'yle Safder'in gittiği filme aynı haftanın pazar sabahı da üç kardeş gider. Can'ın neredeyse her pazar kartını nereye koyduğunu bulamamasıyla 25 evde bir telaş yaşanır. Safder, ne yapıp eder Can'ın kartını bulur. Can, Safder "Aranan kan bulunmuştur" dediğinde, Safder'in elinden kartı kapar. Üç kardeş koştura koştura, soluk soluğa beş dakikada Yayla Sineması'na varırlar. Ola ki film başlamışsa üçü el ele tutuşur, karanlıkta Güven önde, Ümit arkasında, Can en arkada, zincir olur, yerlerine geçerler. Soluksuz seyrettikleri her film arasında Ümit mutlaka būfeye gider, kendisine ve kardeşlerine tombul camlı limonatalardan alır. Filmde sevindiler mi bir alkış koparanlar, hoşlarına gitmedi mi bir başka, öpüşüldü mü bir başka ıslıklayanlar Yayla Sineması'nda dünyayı gören Zonguldaklı çocuklardır. Öyle herkes iki parmağını ağzına sokup ıslık çalamaz. Ümit bunu pekâlâ becerir. Güven'in, Can'ın yerine de o ıslık çalar. Filmin sonunda "The End" yazdığında herbiri "The end" diye okuyup tabana kuvvet evlerine dönüş yoluna girerler. Kim ne tarafta oturuyorsa birlik olup filmi konuşa konuşa yürürler.

En güzeli de, eve geldiklerinde film üstüne hepbirlikte konuştukları zamandır. Bütün aile aynı haftada ayrı ayrı zamanlarda aynı filmi seyretmişlerdir. Her birinin zevki, dikkati, ilgisi farklı olsa da hepsi sinema- severdir. Hepsinin en unutulmaz filmleri seyrettikleri sinema Yayla Sineması'dır.

Orta Kapuz, üç katlı yolun en altındadır. Kara yolu, tren yolu, deniz yolu... Kara yoluyla deniz yolunun tam ortasından tren yolu geçer. Bele- diye otobüsünden ya da minibüsten Orta Kapuz durağında indiğinizde ya da yürüye yürüye gelip de köprünün yüzlerce basamaklı merdivenine daha adım atmadan Orta Kapuz'a yukarıdan bakacak olursanız, denizin dibindeki çakıl taşlarını sayabilirsiniz. Merdivenlerden trene yakalanmadan, trenin kapkara dumanının ortasında kalmadan inerseniz şahanedir. Köprünün tam ortasındaki küçücük bir kulübedeki kart kontrolü yapan görevliye kartınızı gösterir, kalan basamakları da hızla iner, he- men en güzel masayı kapmaya çalışırsınız.

Cahide'yle Safder, hafta sonları masa kapması için Orta Kapuz'a Ümit'i erkenden gönderirler. Ümit, bir gece önceden Cahide'nin sardığı yaprak sarmalarının, dilimlenmiş karpuzun, tabakların, çatalların, daha kim bilir nelerin doldurulduğu fileyi yüklenip Orta Kapuz'a gelir. Cahide, köfteleri, patlıcanları, patatesleri o sabah kızartır. Güven'le Can mayoları, havluları sepetlere koyarlar, Safder kitapları, gazeteleri çanta- ya doldurur. Cahide kızartmalar bitirir, elini yüzünü yıkar. Yola koyulurlar. Kösteritler, Şükran, Demir ve çocukları Duygu, Kutlu da Safderler'e yoldan katılırlar. Onların da elleri kolları dolu. Hemen Can'la Duygu kol kola girer. Yayla'dan Orta Kapuz'a yürüye yürüye varırlar. Sonrası büyükler üst kata masalara, küçükler hemen aşağıya kabinlere... Mayolarını giyip denize... Sonra bir tek Cahide yukarıda kalır, büyükler de denize gelir... Orta Kapuz'un ortasında bir sal... Sala dek yüzerler... Salda dinlenir, sohbet eder, güneşlenirler... Oraya kadar gelir Cem Karaca'nın sesi: 
"Allı pullu gelin olacaktı / Dört köyün nar çiçeği Zeyno / Komadılar ki kardaş komadılar ki / Komadılar ki kardaş komadılar ki / İpsizlerin Memedi sevmiş idi / Dört köyün nar çiçeği Zeyno / Sevdirmediler kardaş sevdirmediler..." 

EKİ Radyosu'nda hangi "arajman" çalıyorsa o yükselir hoparlörlerden. Tramplenden birbirinden yakışıklı delikanlılar bir sürü numaralar yaparak atlarlar. Havada ters takla atanlar mı istersin, iki takla atanlar mı, neler neler... Bazen bu tramplenden atlayışlar öyle bir gösteriye döner ki, kimse denize girmez, herkes dikkat kesilip bu gençleri seyreder. En artistik atlayanlara bir alkış tufanı kopar. Öğlen oldu mu, neredeyse deniz boşalır. Herkes üstünü başını giyinmiş, üst kata çıkar. Evden ne getirilmişse, sanki aynı evdeymiş gibi masa örtüsü yaydıkları, itinayla kurdukları masalara tabaklar, çatallar, bardaklar yerleştirilir, yemekler servis edilir. Yemek sonrası öyle hemen denize inilmez. Çocuklar annelerinden babalarından öğrenmiştir: Mide doluyken denize girmek çok tehlikelidir. Yemekten sonra yukarıda en çok bir saat kalabilmeyi başaran çocuklar, bir bir aşağıya, denize inmeye başlarlar. Cahide geride kalan Can'ı tutar, "Sen küçüksün. Onlar sala gitsin. Sen enine enine yüz, olur mu Can?" Can, annesine bakar gülümser: "Enine enine!

Herkes dikine dikine giderken?" İkisi de tatlı tatlı gülerler... (Can nere- den bilsin, yıllar sonra kendi kızından enine enine yüzmesini isteyeceğini... Ama hayatı dikine dikine yaşayacaklarını...)
Akşam serinliği inerken, herkes mayolarını çıkarıp kabinlere bıraktıkları giysilerini giyebilmek için uzun kuyruklar oluşmuş kabinlerin önünde bekleşip dururlar. Sıra onlara gelip de giysilerini giyip ıslak mayolarını, Ekonoma'dan alındığında canlı renkleriyle parlayan ama artık solmuş, burada ıslanıp ağırlaşan havlularını sepete koyup yukarı çıkarlar. Güven, Ümit, Can, Duygu ve Kutlu dudakları morarmış, tüyleri diken diken. Büyükler, kabin sırasına kalmadan giyinmiş, Cahide'yi yalnız bırakmamak için daha erken yukarı çıkmış, boşalmış yemek kap kacaklarını filelere doldurmuş, tatlı sohbettedirler. Ya sonra? İşte herkesin gözünde büyüyen an gelir. Merdiven inmek bir şey midir ki? Gel de şimdi elde bu kadar eşyayla onca merdiveni çık sen. Çocuklar üstlerine hırkalarını giyer. Düşerler yola. O yüz basamak, gözlerinde beş yüz olur, bin olur, bin beş yüz olur. Hepsinin elinde bir file ya da bir sepet, yukarı vardıklarında eve varmış kadar sevinirler. Sonrası kolay. Sonrası hiç bitmesin zaten. Ne otobüse binerler, ne minibüse. Bu virajlı yollar, Kartoğlu ve Kösteritler en unutulmaz sohbetlerini yapsın diye kıvrıla kıvrıla, uzun uzun, tatlı tatlı, masum masum, saf saf, çocuk çocuk sürer Orta Kapuz'dan evlere dek.

Ve İstanbul Pastanesi. . Gazi Paşa Caddesi'nin tam ortasında, Fener'e doğru giderken solda, ne yapsalar kokusu burnunuzda, tadı da- mağınızda, hatırası dimağınızda kalacak bir durak. Bir Zonguldaklı, dünyanın öbür ucuna da gitse İstanbul Pastanesi'nin tadı, kokusu, hatırası onunla birlikte gider. Güven, Ümit, Can'ın karne aldıkları gün karnelerini önce Amelebirliği'ne getirip Safder'e, sonra EKİ Hastanesi'ne çıkıp Cahide'ye gösterdikten sonra hepbirlikte gittikleri, Cahide'nin tavuk göğsü, hepsinin supangle yediği cânım İstanbul Pastanesi, bitanedir.

Can Kartoğlu-2018 “Safder” isimli kitabından-sayfa 80….86
zonguldaknostalji.com"

Kaynak: Haber Merkezi