Şimdi ne alakası var dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Gündüz yayın kuşakları ile pornonun ne gibi bir benzerliği, bağı olabilir ki.
Biz bağ yok biliyorduk
Meğerse varmış
Hem de o kadar çok varmış ki
Farkında bile değilmişiz.
Bülent Ecevit Üniversitesi Yeşilay öğrenci topluluğu tarafından Perşembe günü; “Teknoloji ve Sosyal Medya Bağımlılığı” konulu konferans gerçekleştirildi.
öğrencileri yoğun ilgi gösterdiği konferansta konuşma yapan Bülent Ecevit Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Nuray Atasoy, televizyonlarda gündüz yayın kuşatmanın pornodan farklı olduğunu belirterek “gündüz yayın kuşakları kaldırılmalıdır ve yasaklanmalıdır”dedi.
Kendisinin bir psikiyatrist olduğunu ve hastalarının kendisine bile anlatırken ki yüzünü kızardığı konuları, televizyonların gündüz kuşağı proğramlarında fütursuzca dile getirildiğini belirterek, “Bu insan hayatına bir tecavüzdür ve pornodan bir farkı yoktur. Gündüz programları bence kesinlikle yasaklanmalıdır” diye konuxku.
Konferansun konusu Teknoloji ve Sosyal Medya Bağımlılığı ydı.
Tabiki günümüzde Teknoloji ve Sosyal Medya Bağımlılığının had safhada olduğu bir gerçek ve bu konuda Prof. Atasoy özellikle aileleri çocukların bu teknoloji ve sosyal medya bağımlığı konusunda uyardı.
Gerçekten de önemli bir uyarı bu.
Bu arada Yeşilay Şubesi başkanı Uzman Doktor Fatih Akça’yıda şubeyi ilimizde kurması ve faaliyete geçirmesi nedeniyle kutluyor ve hem kendisini ve hem de yönetimini kutluyorum.
Zonguldak Yeşilay şubesi farkındalık oluşturuyor.
**
ÜÇ SUAL BİR CEVAP..
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî’ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;
“Sorun!” buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı:
“Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım.”
Şems-i Tebrîzî hazretleri;
“Öbür sorunu da sor!” buyurdu.
O;
“Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?” dedi.
Şems-i Tebrîzî;
“Peki öbürünü de sor!” buyurdu.
O;
“Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!” dedi.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu.
Ve;
“Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu.” dedi.
Şems-i Tebrîzî;
“Ben de sâdece cevap verdim.” buyurdu.
Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:
“Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim.”
O kimse şaşırarak;
“Ağrıyor ama gösteremem.” dedi.
Şems-i Tebrîzî;
“İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez.
Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.
Yine bana;
“Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz.” dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?” buyurdu.
Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.