Hayat, bir pencere gibi. Her geçen an ve zaman, bir ışık gibi kayıp gider. Hepimiz bir süre bakarız bu pencereye; kimimiz uzun süre durur, kimimiz ise hızla geçer. Ama sonunda hepimiz aynı yere varırız: Ölüm.
Ölüm, korkutucu bir son değil. Aslında, sevdiklerimize kısa bir veda, hayatın doğal bir gerçeğidir. Ölüm, yaşamın bir parçasıdır ve bu gerçeği kabul etmek, hayatı daha değerli kılar.
Bazen hayatı o kadar karmaşık görürüz ki, ölümün her şeyin doğal bir sonu olduğunu unutabiliriz. Ama aslında ölüm, yaşamın hak ettiği sonudur. Her canlı bir süre var olur, sonra yerini başka bir hayata bırakır. Bu bir kayıp değil, bir tamamlanış, bir dönüşümdür.
Ama çoğu zaman, bu kısa hayatı anlamadan geçiririz. Birçok insan, sahip oldukları şeylerle gururlanır; ego, kibir, mal ve mülk... Oysa bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir. Evlerimiz, arabalarımız, makamlarımız... Hepsi, ölüm karşısında sadece birer anı haline gelir. En büyük servet, en yüksek mevki, bir anda hiçbir anlam taşımaz. Gerçek güç, sahip olduklarımızda değil, iç huzurumuzdadır.
Ölümü kabul ettiğimizde, yaşamı daha iyi anlarız. Çünkü her anın kıymetini o zaman daha iyi biliriz. Yalnızca geçici olanlara takılıp, o pencerenin bize sunduğu gerçeği unuturuz. Ne kadar mal, mülk, makam sahibi olursak olalım, bu dünyada hiçbir şey sonsuza kadar bizim değildir. Aslında hiçbir madde bizleri tatmin etmeyecek her zaman oluğu gibi arayışlarla yaşımızı dolduracağız. Emin olun ki o tatlı gelen şey geçici bir mutlulukla öpüp çekip gidecek. Sonuçta, hepimiz bir gün o pencerenin kenarından bakıp geçeceğiz.
Hayat, bir Anadolu türküsünde olduğu gibi...
Bu dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti...