İnsanlık tarihi boyunca aktörlerin her daim korkuları olmuştur. Antik çağda, yani ilk çağlarda, bu korkular bazen yırtıcı hayvanlar, bazen de tanrı olmuştur. Yırtıcılardan korunmak için mağaralara sığınılmış, tanrıdan korunmak için ise dualarla af dilenmiştir. Orta Çağ’a gelindiğinde, bireylerin korkuları savaşlar, kıtlıklar, sınıf ayrımları ve bir kavramdan ibaret olan hürriyet olmuştur. Modern çağa gelindiğinde ise bu duygular, korku yerine merak ve arayışa dönüşmüştür. Felsefenin gökyüzüyle dans ettiği bu modern dönemde korkular bir anda unutulmuştur. Kilise, topluma hiç yapmadığı kadar bir baskı yapıyor. İnsanlar gökyüzüne bakamaz hale geliyordu. Konuşanlar ise idam ediliyordu. Yıllar geçtikçe modern dönem şekil değiştirip yerini postmodern döneme bırakmıştır. İnsanlıkta merak kalmamış, arayış denen o muazzam düşünce kül olmuştu. Bu postmodern dönemde bilim ve teknoloji hızla ivme kazanmış, bilim (tartışılabilir) insanlık tarihindeki korkuları unutturmuştu; ta ki o ana kadar...

Teknolojinin ilerlemesiyle bizi yönetmeye, hatta ve hatta gütmeye başladığı o dönemde, korkular bizlere endamıyla merhaba demiştir. Bu postmodern dönemde, yani günümüzde, korkular ilk çağdaki gibi yırtıcı hayvanlar olmamıştır, belki de tanrı da olmamıştır. Orta Çağ’daki gibi savaşlar, kıtlıklar olmamıştır. Bizim korkularımız yalnızlığımızla birlikte takım elbiseliler olmuştur. Evet, şaşırdınız.

Takım elbiseliler... Cemaat desen cemaat değil, tarikat desen o da hiç değil. Durun, ben size tarif edeyim bu takım elbiselileri. İlk önce birkaç kişiden oluşurlar; bunlar toplanıp birkaç düşüncenin ardından çıkarlar uğruna yola çıkarlar. Bu çıkarlara da "dava" derler. Bu takım elbiseliler, biraz da yaş alınca dikdörtgen bir bıyık bırakırlar. O da olunca canavardan hallice olurlar. Bu takım elbiseliler hiç ses çıkarmaz, bir keskin nişancı gibi kurnaz ve sessiz bir şeytan gibi kulaklarımıza yalanlar üflerler. Ah, bu takım elbiseliler... Bizlere sıra sıra dava dedikleri şeyleri anlatırken, biz onları dinleriz, onlar ise her dinlediğimizde ceplerini doldururlar. Onlar bize masal anlatır, biz de onlara köle oluruz.

Bu takım elbiselilerin arasına girmek isteyenlere duyurulur: Eğitimli olmanıza gerek yok; lisan okumanıza, yüksek lisans, doktora eğitimi almanıza gerek yok. Sadece cebiniz dolu olsun yeter. Ondan sonra herhangi bir partinin il başkanlığı, ilçe başkanlığı, hatta milletvekili bile olabilirsiniz. Genetiğimizde var, ne yaparsınız? 
Cebi dolu olanların değil, bilimin, hatta bilinçli okurların ve eğitimlilerin takım elbiseliler olması dileğiyle, görüşmek üzere.