Gel bakalım, şöyle 12 yıl. İlk yıllar, Ali ile Ayşe ip atlasın, top oynasın. Sonraki yıllar, sayıları çarpalım, bölelim, çıkartalım; bir yerden bir yere aktaralım. X gelsin, Y’ye komşu olsun. Yıllar geçsin, sultanlar gelip geçsin önümüzden, topraklarımızı oda oda genişletelim. Bir yandan kapımızı tıklatsın Nazım’lar, Cemal’ler, Sezai’ler; yedi güzel adamlar, Descartes, Platon bir abi gibi öğüt versin.
Diğer taraftan sınavlar, haydi bakalım! Sonra komşunun oğlu astronot olmuş, otur bir daha dinle Nazım’ı, Cemal’i, Platon’u, Descartes’i. Hop, gelsin mi? Bir de istemediğimiz bir bölüm... Seneye dersin, kulağın duyar: “Salak, bizim oğlan olmaz! Keşke sanayiye verseydim de param boşa gitmeseydi!” derken, biter dört yıl. İşte şimdi başlar hayat denen şey. Çık dışarı, şimdi bir de alınmayacağın yerlerde iş ara.
Tam şimdi iş buldum dersin; sana maaş değil harçlık verir. “Ee, okudum,” dersin, cevap olarak “Bana mı okudun?” der gibi bir cevap. Sen de haklısın, “Sana mı okudun?”
Bakarsın çevrene; o parti, bu parti, bu ağlayan, şu çağlayan; o bekçi, bu bizden, şu sizden derken dayılar çoğalır ama senin partin yok, ağlayan yok, çağlayan yok; onların da yok. Sonuç... Sonuç ne biliyor musun? Gir özel sektöre, tak ayağına prangayı, tak boynuna zincirleri; başla işe beyaz köle olarak.
Ee, ne oldu şimdi? Bizim Nazım’a, Fatih Sultan Mehmet’e, Platon’a, yedi güzel adamlara... X’e ne oldu şimdi? Bari en başında söyleseydin, “Benim dayım var,” diye; ben de çekmezdim yıllarca bu çileyi, Nazımlarla arkadaş olurdum, X’i bir yandan bir yere ben atardım, biraz da Platon’a ben konuşurdum.
Bari söyleseydin en başında…