Zonguldak’ta doğmuş, büyümüş herkesin hayatında bir TTK ve maden hikâyesi vardır. Babasının yerin yedi kat altından çıkan kömür kokusuyla tanışan çocuklar, sabahın köründe servis bekleyen madenci eşleri, yorgun ama gururlu dönen işçiler… Bu şehir, yıllarca Türkiye’yi ısıttı. Yer altının alın teri, yer üstünün ekmeği oldu.
Ama ne oldu da bu şehir, kendi değerlerine sırt döndü?
Bugün TTK’nın üstüne çökenlerin hikâyesini konuşmak lazım. Arsa kovalayanlar, lojmanların etrafında dolananlar, yeni taze atanmış müdürlere peşkeş çekip bizim milletimizin kömürüne ve maden havzalarını çalanlar, kuruma tek bir katkısı olmamış ama bir şekilde “bizden”miş gibi davrananlar... Emekçinin mirasını parselleyenler...
Bir zamanlar kömür çıkarılan topraklarda şimdi rant çıkarılıyor. TTK’nın arsaları, evleri, binaları birer birer el değiştiriyor. Sanki birileri beklemiş yıllarca, “ne zaman zayıflar da üstüne çökeriz çalarız” diye...
Oysa bu şehirde hâlâ madenci anıtına her geçişinde başını eğen insanlar var. Hâlâ babasının baretini saklayan çocuklar var. Hâlâ kömür karasıyla gurur duyan yaşlı gözler var.
Biz ne zaman bu kadar unuttuk değerlerimizi?
Ne zaman vazgeçtik emekçinin alın terine sahip çıkmaktan?
TTK sorumluları bu kadar korkak mı, neredeydi canımızdan çok sevdiğimiz devlet, neredeydi ticaret yapıyor diye milletvekili olanlar, neredeydi emekçinin hakkını değil de para çalmak için sendika kuranlar.
TTK sadece bir kurum değil. Bu şehrin hafızası, geçmişi, gururu. Onu sömürenler sadece bir kurumun değil, bir şehrin geleceğini çalıyor. Ve en acısı, bunu sessizce izliyoruz.
Belki artık konuşma zamanı.
Belki artık TTK'nın ve taş kömür havzalarının gerçek sahiplerinin sesi olma zamanı.
Yoksa bir gün gelir, bu şehirde ne kömür kalır ne de hikâye anlatacak yerli bir madenci.