Geçenlerde bir gün yine arkadaşlarda maç izliyoruz. Ortam çok güzel, keyifler gıcır. İzzet ikram bol… Eve yemekte söyledik. Siparişler karışıktı biraz. Kimi pekin ördeği istedi, kimi ahtapot tava, kimi sushi, kimi enginar yatağında trüf mantarlı kremalı yengeç şeridi, kimi sarımsaklı tereyağlı fırın salyangoz. Bende üzerinize afiyet kurbağa bacağı istedim. Benim bir huyum vardır. Kurbağa bacağı yemeden kesinlikle maç izleyemem. Biz küçükken, üç yaşındayken, köyde dere kenarında kurbağa bacağı yerdik. İçeceklerimizde boldu. Arkadaşlar biraz entel, dantel oldukları için tall, grande, venti Caramel Macchiato vb. içecekler içtiler. Sanki analarının evinde de maç izlerken Caramel Macchiato içiyorlardı. Neyse… Ben de biraz daha arka sokaklar, biraz daha Anadolu, biraz daha varoşik bir yapıya sahip olduğum için çay içtim. “Maç da fena gitmiyordu” derken, hakem devreye girdi. Fenerbahçe kalecisinin kurtardığı penaltıyı iptal edip yeniden attırdı. Hep beraber hakemin yakın akrabaları hakkında ileri geri biraz konuştuk. Sonuç olarak hayret edilecek bir durum yok. Fenerbahçe her zamanki gibi kazanamadı. Maç bitti, dağılmaya başladık. “Arkadaşlar bırakalım” dediler, “ben biraz yürüyüp açılayım” dedim. Her zaman ki yürüdüğüm yoldan, arka sokaklardan, kestirmelerden eve doğru yürüyordum.
Sonra çayı çok içmişim herhalde, çişim geldi.
“Şuradan çarşıya kıvrılayım, umumi tuvalet bulup işimi görüp yola devam ederim” dedim. Neyse işlem tamam… Çarşıda yürüyorum, gözüme bir reklam ilişti. “Yüzde yetmiş indirim.” Mağazanın camına boydan boydan yapıştırmışlar. Hızlıca bir bakıp çıkarım edasıyla içeri girdim.
“Kekliği ürkütmeyeceksin” taktiği olsa gerek, beni çok sıcak karşıladılar. Kendimi değerli hissettim. Yüzde yetmiş indirimin üstüne bir de dediler ki “Üç al, iki öde.” Bu fırsat kaçar mı? Ben de “Tabii ki” dedim. Hemen üzerime üç, beş parça bir şey alıp bir kamyon para verip çıktım. Bir de kendimi çok akıllı hissettim. Çünkü üç aldım, iki ödedim.
Aldım ama aslında aldıklarımın hiç birine ihtiyacım yoktu. Hatta alma planım da yoktu. Gardırobumda son bir sene içerisinde giymediğim o kadar çok kıyafetim vardı ki… Nasıl aldığımı da anlamadım. Her zaman ki gibi eve dönüyordum.
Sadece çişim gelmişti.
Bu kapitalizm bize aldırıyor. Yukarıda ki hikayenin tamamını kafadan salladım ama türevleri her gün binlerce belki de milyonlarca kez yaşanıyor. İndirim adı altında vatandaşa iteliyorlar. Geçen hafta telefonuma bir sürü taciz mesajı geldi. Yurtdışında ki “Black Friday” kampanyasının Türkiye versiyonunun reklamları bütün hafta boyunca gazetede, televizyonda, telefonda her yerde karşıma yüzlerce kez çıktı. Kusasım geldi artık. İsimlerini vermeyeyim Türkiyede ki beş büyük internetten satış sitesinin indirim reklamları size de mutlaka bir kanaldan ulaşmıştır. Tabii “Kara Cuma” bizim kültürümüze biraz ters olduğundan her biri değişik bir isimde bize ulaştı. İşte; Şahane Cuma, Efsane Cuma, Harika Cuma, Süper Cuma… Aslında indirim falan yaptıkları da yok. Bir hafta önce yükselttikleri etiketleri, Cuma günü eski haline indiriyorlar. Türkiyede ki beş büyük internetten satış sitesinin geçen haftaki cirosu; bir milyar dolar.
Uzun lafın kısası…
Vatandaşa indirim, mindirim yok. BİNDİRİM Var!
Sevdiğim söz: ''Anadan doğma entellektüel bile olsa bir kadın, ya da erkek bir kere terk edilsin yeter. Bütün o fularlı zihniyet, yabancı edebiyat okuma takıntısı ya da ağız dolusu söylenen aşırı dozda sosyalist söylemlerin yerini "Bir kulunu çok sevdim, o beni hiç sevmiyor" alır.'' – Ruj ve Duman
Tavsiye Film: Dhoom 3
Tavsiye Kitap: 19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun’da – Turgut Özakman
Konu hakkındaki düşüncelerinizi aşağıdaki e-mail adresine yazabilirsiniz. Diğer görüş ve önerileriniz için de yazabilirsiniz.
e-mail: [email protected]