Sizlere devlet erkânı büyüklerimizin yaşadığı bazı olayları anlatacağım. Bakalım kaçını biliyordunuz, ne kadarına şaşıracaksınız, hangilerinin kim olduğunu bileceksiniz. Hadi başlayalım:
1- Devlet erkânı büyüğümüz hatta paşamız; bir gün teknesinde yemeğini yiyor, daha sonra bir Türk kahvesi ve bir cigara tüttürüyor. Bu esnada ona hizmet eden garsonlardan biri, o da acıkmış olsa gerek, elinde bir meyve yiyerek paşanın arkasından geçiyor. Isırmanın şiddetiyle meyvenin suyu paşanın elbisesine, sol omzuna sıçrıyor. Garson panikle uzaklaşıyor. Başka bir yardımcı elinde mendille sıçrayan suları siliyor. Paşa bunu fark edip dönüyor, Ne oldu? diyor. Yaveri su sıçradı diyor. Paşa, önemi yok diyor ve gülümseyerek önüne dönüyor. Bu olay birçok kişinin başına gelse; “ Noluyo kardeşim, dikkatli olsana “ diye basar kalayı…. Ama işte paşa; büyük olduğu kadar, mütevazı olabilen bir karakterdi. Önemi yoktu onun için bir takımın, insandı kıymetli olan onun için. Selam olsun o güzel insana.
2. Birleşik Krallığın İmparatoru İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaşır. Devlet büyüğümüzde rıhtımda onu beklemektedir. Deniz dalgalı olduğundan, kralın bindiği motor, sürekli inip çıkmaktadır. İmparator rıhtıma çıkmak istediği sırada, eli yere değerek tozlanır. O sırada bizimki elini uzatmış bulunduğundan, kral da ona elini uzatmadan önce mendiline silmek ister. Ama bizimki hemen devreye girer ve: '' Yurdumun toprağı temizdir, o elinizi kirletmez. '' diyerek kralı elinden tutup rıhtıma çıkarır. Selam olsun o güzel insana da.
Hepimiz bu iki olaydaki kişiyi bence anladık ve “ Bunu yapsa yapsa Atatürk yapar dedik “ diye düşünüyorum. Kimseye bilmece yapmaya gerek yok. Oyuna da gerek yok diye direk ifşa ediyorum. O’nu dünya tanır ve dünya severdi, düşmanları olsa bile.
Sene 1938, 10 Kasım... İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş. Bir Alman profesör var, Hukuk Fakültesi'nde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi, bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:
''Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam? ''
''Sizde büyük bir adam ölümce ne yaparlarsa, onu yapın.''
İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:
'' Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki. '' der.
İşte böyle bir adamdır, ATATÜRK. Asalet kelimesinin vücutta şekil almış halidir. Atatürk ne kadar bir asker, komutan, yönetici olsa da; duyguları, sevinçleri, sinir ve neşesi bizden biriydi. Ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu kısa öyküde belirlenir:
Cumhuriyetin on ikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştır. Döviz afiş tarzı bir şeydir bu arada; dipnot vereyim. Bunlar içinde şöyleleri vardır:
''Atatürk bizim en büyüğümüzdür.'', '' Atatürk bu milletin en yücesidir.'' ''Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı.'' 'Atatürk listeyi dikkatle gözden geçirir. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizerek, hepsinin yerine kendini en iyi ifade eden şu satırları yazar: ''Atatürk bizden biridir.''
Fazla söze gerek yok aslında; Mustafa Kemal dünya tarihine ismini altın harflerle kazıtmış bir dünya lideridir. Ve onun bizlere hediye ettiği Cumhuriyet’e sahip çıkmamız; koruyup kollamamız geliyor. Burada özellikle biz gençlere çok büyük bir görev düşmektedir. Atamızın ilke ve inkılaplarını yaşatmalıyız. Bu vesile ile tüm ulusumuzun 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını kutluyorum.