İyi gün dostları sizleri birkaç dakika daha bekleteceğim; önce dost nedir onu söylemek lazım. Dostu TDK “ Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi anlaşılan kimse, düşman karşıtı olarak açıklamış. Dünya’nın en güzel gören insanı Âşık Veysel ise “ Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın” demiş. Nazım “ O gider, bu gider, şu gider / Dostluk sen yanı başımızda kalırsın” derken Ahmet Telli “ Kayıp bir yerden geliyor sesin şimdi, üşüyorsun / Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim! ” demiş. Çoğumuzun şarkısını dinlediği ama sözlerinin kimin yazdığını bilmediği Arkadaş şarkısı vardır; bilir misiniz? Yılmaz Güney’in sözlerini yazdığını okumuştum bir yerde.
“Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş
Yanmışsın arkadaş
Dolduramaz boşluğunu
Ne ana ne kardaş
Bu en güzel bu en sıcak
Duygudur arkadaş
Ortak olmak her sevince
Her derde kedere
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce el ele
Olmayacak o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gün gelir ayrılsak da
Seninle arkadaş”
Böyle dostluklar, arkadaşlıklar kaldı mı bilemiyorum ama tedavülden kalkmak üzere olduğu da aşikâr. Çünkü bu kavramların bağları da kapitalizme yenik düştü. Dostluk ve arkadaşlık bağlarında sevgi ve saygının yerini maddi ve menfi unsurlar ele aldı. Belli bir makamın, yerin ya da cüzdanın şişkinken etrafında müthiş dostların olur. Gün içinde hangisinin yanında olacağına karar bile veremezsin bazen. Bir eğlence mekânında olduğunu görsünler; insan bir haber verir tribine girerler. Hele yanında bir iki kız arkadaşın varsa on numara kankasındır sen. İşi düştüğünde dostlarınız çoktur; öyle olmaz mı hep zaten.
Bir de diğer çerçeveden bakalım olaya; sen tüm dostum dediğin insanları, arkadaşlarını her zaman gözlersin ve ihtiyaçları olduğu anlarda elinden geldiğince yanlarında olmaya çalışırsın ( düğün-dernek, cenaze, hastalık vs.). Bunları karşılıksız yaparsın zaten dostluk da bunu gerektirir. Ama sen bir düşmeye gör; eğlence ortamındayken susmayan telefonlardan eser kalmaz. Hele bulunduğun makam veya yerinden indiysen cüzdan şişliği de gittiyse vay haline; hepten susar telefonlarınız. Bazen bağıra bağıra canınızın sıkkınlığını dile getirirsiniz, kötü dönemlerden geçtiğinizi, moralinizin – psikolojinizin bozuk olduğunu dünya bilir de bir kelam ne yapıyorsun, neyin var diyeniniz olmaz. Oysa sen her zaman her koşulda dostlarının yanında olmuşundur, dertlerini dinlemişindir. Hepimiz mutlaka bu durumlarla muhatap olmuştur. Bazı değerleri kaybediyoruz ne yazık ki; dostluk, arkadaşlık, akraba ilişkiler, paylaşma, yardımlaşma, sevgi ve saygı gibi. Gerçek hayatımızda ve bazı dizi-filmlerde kullanılan bir replik vardı ya hani; ” insanlık öldü mü? “ diye. İşte buna üstadım Oğuz’cum Atay en sevdiğim kitabı Tehlikeli Oyunlarda şöyle cevap veriyor; “İnsanlığın ölümüyle ülkemiz, boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz, insanlığın yakınlarına başsağlığı ve sonsuz sabırlar diler.” O zaman bize de Allah rahmet eylesin demek düşüyor; tekrar insanlığı canlandırmak için herhangi bir çabaya göstermezsek.