Lise sıralarında mahallemizden bir Sabahattin Abi vardı… 

Kimseye zararı dokunmayan, içine kapanık, kendi halinde bir insandı. 

O zamanlar moda olan portatif teybinden acılı müzikler dinler, köpeköldüren şarabı içerdi. 

Bir gün akşam saatlerinde caddenin ortasından yalpalaya yalpalaya çıkageldi… 

Sesi ağlamaklıydı… 

Dilinin döndüğünce seslendi… 

" Kerata ne demek ?.." 

Bir an duraksadım… 

Soruyu yineledi…

 " Sen okula gidiyorsun, kerata ne demek ?.." 

Haydaaaaaaaa !.. 

Keratanın pek çok "kötü" anlamı olsa da, ben " iyisini" söyledim. 

" Ayakkabı çekeceği…" 

Bu yanıtı alınca yüzündeki üzgün ifade birden değişti, öyle sevindi, öyle sevindi ki, kör-kütük haliyle kırk kere teşekkür edip, uzaklaştı gitti. 

Sonradan öğrendik ki, arkadaşlarından biri Sabahattin Abi'ye "kerata" diye hitap etmiş, o da buna içerleyip, zaten içmek için bahane aradığından kimbilir kaç köpeköldüren devirmiş !.. 

***

Hey gidi Sabahattin Abi !.. 

Şimdi ne alemde bilemiyorum. 

O zamanlar acılı müzikler dinleyip, köpeköldüren şarabı içmekten başka pek fazla günahı bulunmayan Sabahattin Abi, yıllar içinde bir yolunu bulup köşeleri döndü mü, koltuğunun altından hiç düşürmediği portatif teybini çoktan çöpe attı mı, köpeköldüren içmek yerine şampanya şişelerini patlatıyor mu?.. 

Hiç sanmıyorum… 

Günümüzde ne "keratalar" var… 

Sabahattin Abi onların yanında "ayakkabı" çekeceği bile olamamıştır.

Erhan ÇAKMAK