Aklıma bir şey geldi; “ Kesin yine garip bir şeydir” diyenler için garipliğimi kabul ederek sözlerime başlıyorum. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır değil mi? Bu da benim tarzım; tarzım derken yazım tarzımdan bahsediyorum işte. Ben farklı konuları, farklı şekilde işlemeyi seviyorum; ben ne birileri için yazarım, ne bir şey beklentisiyle yazarım ne de adamına göre yazarım. Ben ne hissedersem; adaletli, tarafsız ve adil bir şekilde kendi düşüncelerimden beslenerek yazarım. Ne trilyon verseler bana bir şey yazdırabilirler ne de yazacağım şeyden vazgeçirebilir. Burada meydan falan okumuyorum ya da laf falan soktuğum da yok; yanlış anlaşılmasın. Demek istediğim; aklımdan ve yüreğimden geçenleri yazıyorum, banka hesaplarım ya da çıkar dünyasından esinlenerek yazmıyorum. Olması gerekeni yapıyorum aslında bunu niye kadar uzattıysam.
Sevgili Okuyucular, nedense ilk paragraflarda pek konuma giremiyorum; kusura bakmayın kafamın içi öğrenci evindeki bez dolaplara benziyor. Bazen sizlerin de kafasını karıştırabilirim; beni mazur görün, beni de böyle kabul edin. Tamam, kızma Sayın Abiciğim, konuma giriyorum. Yine herkesin özellikle gençlik dönemlerinde yaşadığı bir olaydan bahsedeceğim. İnsan hayatında biriyle tanışır ya da birinden hoşlaşır tanışmak ister. Onunla her ortamda, her sokakta, her mekânda karşılaşmak ister. Mutlaka o heyecanı sizler de yaşamışsınızdır. Ben bir yaz tatili boyunca her gün otostopla Göbü’ye denize gittiğimi biliyorum; sırf görmek istediğim kişiyi görmek, onunla tanışmak için. Sizlerin de böyle heyecanları olmuştur. O heyecanlar falan güzeldir; bazen arkadaş sohbetlerinde anlatılır, güzel anılar olarak zihnimizde yer alır. Bu tanışma döneminde her yerde o kişiyle karşılaşmak istersiniz ama her karşınıza çıkana “ o sen olsan bari “ dersiniz. Sonra karşılaşmalar artar, sohbetler başlar. Bu dönemlerde güzeldir; değil mi?
İstisnaları mutlaka vardır ama o tanışma dönemleri falan biter; sen o kişiyi tanıdım sanırsın. Onu tam tanıdığınızı düşünürsünüz ama o gidip öyle bir şey yapar ki, aslında onu hiç tanımadığınızı fark edersiniz. Pişmanlık denilen arkadaş çıkar sonra karşınıza ve belki de hayatınızda ilk kez “ KEŞKE “ dersiniz. “ Keşke, onu tanımasaydım” a kadar uzanır cümleniz. Üzülürsünüz, güvensizlik deryasında boğulmamak için kendinizce mücadele edersiniz. En başta her yerde karşılaşmak istediğiniz kişiyle hiçbir yerde karşılaşmak istemezsiniz. Çünkü bazılarının ikinci bir yüzü vardır hiçbir şey olmamış gibi davranabilir; sizlerin de yumuşak bir yanı olduysa o kişi, ona tekrar inanmak isteyebilirsiniz. Ya da onun kendince nedenlerini duyar; mantığınıza uymaya uymaya ona tekrar gidebilirsiniz. Sizi koca koca çelişkilere sokabilir; uğraştığınız işlere odaklanamazsınız. Zar zor kontrol altına aldığınız onsuz hayatı tekrardan sarsabilir. Bu sebeptendir; tekrar bir yerlerde karşılaşmama isteği; akla mantığa da uygundur bence. Bir kere yanlış yapan insan illa hep mi yanlış yapacak diye sorarsanız? Ben de hep bu şekil düşünerek ikinci hataları ve hatta üçüncü, dördüncü hataları yapmadık mı? Karamsar olmak istemem ama ne yazık ki bazılarına milyon şans verseniz de aynı şeyi yapar ve yine de sizi suçlar milyon artı birinci şansı vermediniz diye…
“ Bu hayatın heyecanı meycanı yok ” triplerine girmeyeceğim. Hayatın içinde sadece insanlar yoktur; kitaplar da heyecan kadar, hayvanlar da, fırçalar da, notalar da ve daha niceleri de. En garibi de ne biliyor musunuz Sevgili Okuyucular; insanlar, yaptıkları tercihlerin ve aldıkları kararların sonuçlarını yaşarlar ve ne yazık ki çoğu bu durumun farkında değiller. Sonra da hep karşısındaki insanlarda suç ararlar; arkadaş kimse kafanıza silah dayamıyor, “ Kararı alan da sizsiniz, tercih de bulunan da “.