Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Büyük Taarruz sonrası önlerine düşman ordusunu katarak İzmir'e ilerleyen birlikler içinde Konak Meydanı'na ilk ulaşan takımın kumandanı Teğmen Ali Rıza Akıncı, Hükümet Konağı önünde büyük bir kalabalıkla karşılaşır. Konağın balkonunda asılı bulunan düşman bayrağını gösteren kalabalık, göndere Türk bayrağı asılmasını istemektedir. Göndere asılması planlanan bayrağı taşıyan Yüzbaşı Şerafettin henüz gelmemiştir. Kalabalığın ısrarını kıramayan Akıncı, kalabalıktan bir bayrak ister. Yunan ordusunun işgal sırasında tüm evleri basarak Türk bayraklarını yakması nedeniyle ancak kadınların evlerinde elleriyle diktikleri bayraklar vardır.
Bir kadın göğsünden çıkardığı bayrağı Üsteğmen Akıncı'ya verir. Askerleriyle kapıyı kıran Akıncı, balkona çıkar ve bu küçük bayrağı asar. Bu sırada Yüzbaşı Şerafettin de yetişir ve ünlü fotoğrafta herkesin hafızalarında da yer alan asıl bayrak asılır; tüm dünya bu fotoğrafı bilir zaten. Buradan ecdadımız için kurtuluşun, bağımsızlığın ne kadar vazgeçilmez olduğunu gösterir. İlk kez ta Erzurum Kongresinde denmemiş miydi; “Manda ve himaye kabul edilemez”. Mustafa Kemal daha o gün ulusal bağımsızlığın olmazsa olmaz olduğunu tüm dünyaya duyurmamış mıydı? İşte bu sebepler İzmir; ulusal bağımsızlık için önemli bir simgedir.
9 Eylül'ün bizim için ecdadımızla övünç duyacağımız bir zafer olsa da bir tarafta düşman askerler için acı dolu anlarla doludur. Tabii bizlerin de acı dolu anılarımız vardı ama zaferle sonlandırdığımız için sineye çekmişizdir. Düşman askerlerinden bazıları Çeşme’ye doğru çekilen ( kaçan ) Yunan ordusuna yetişememiştirler. Burada bizim ecdadımızla ayrıştığı bir noktayı daha vurgulamak istiyorum Bizim tarihimizde birilerini bırakıp kaçmak, geride bırakmak yoktur. Onlar “ İtilaf Devletlerinin gemilerine sığınmak için denize atladık” diye bahane etseler de; Biz onlara “ Su soğuk ama girince alışıyorsun” diyoruz. Her neyse onların dedikleri gibi bakalım olaya; yardım için gittikleri gemilerden yardım görememiştirler. Hatta bazı kaynaklarda gemilere uzattıkları ellerin kesildiği bile söylenmektedir. Anlayacağınız İzmir’i Paris Konferansıyla Yunan ordusuna hediye eden İtilaf Devletleri, denizde serinleyen Yunan ordusunu kabul etmemiştir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Mustafa Kemal önderliğinde ecdadımız; Yunanı denize döküp ulusal bağımsızlığımız için bir zafer kazanmıştırlar.
Bu zaferde akıllara kazınmış bir sürü hikâye vardır ama ben; okullarda ders olarak verilmesi gereken bir hikâyeden bahsedeceğim. Tüm dünya ülkelerinde ders kitaplarında olması gereken bir hikâyedir bu; daha dikkatli okunup can kulağıyla dinlenmesi gereken.
Atatürk İzmir’in kurtuluşunda halkın coşkun gösterileri arasında kalacağı evin önüne gelince, kapının önüne serilmiş bayrağı görünce durdu, bu ipekten kocaman bir Yunan bayrağı idi. Üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi serilmişti. Kapıdaki kalabalık halk yalvarıyordu:
- Buyurunuz, geçiniz. Bizim öcümüzü alınız! Yunan Kralı, bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti. Siz lütfedin. Bu karşılıkla o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir.
Atatürk, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğu noktada kaldı. Çevresindekilere tüm asaleti ve karalığıyla bakarak;
- “O, geçmişse hata etmiş. Bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. Ben onun yanlışını tekrar edemem.” deyip bayrağı yerden kaldırtıp beyaz mermere basarak odasına çıkmıştır.
Boşuna demiyoruz; Mustafa Kemal Atatürk asalet kelimesinin vücutta şekil almış halidir.
Günün Sözü: Bütün cihan işitsin ki efendiler, artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır! - Mustafa Kemal ATATÜRK