Evet, Sevgili Okuyucular yine saçma, karmakarışık bir mevzuyla sizlerle beraberim. Soruyorum sizlere; “ Hangisi yalandır; insanlar mı yoksa kelimeler mi? Bazıları her gün nereden buluyorsun böyle mevzuları diye soruyorlar bana, beni bu olaylar hiç bırakmıyor ki bulmak için bir çaba göstermiyorum diyorum. Sizler de bu olayları yaşıyorsunuz ama sanırım ben kadar kafaya takıp kafanızda yormuyorsunuz ya da insanlarla paylaşmayı sevmiyorsunuz. Ben yazmazsam deli olacak gibi hissediyorum ne yapayım; kusuruma bakmayın. Bir ara bir filmde her insanın günde bir tane yalan söyleme hakkı var diye bir şey duymuştum; ondan sonra kendi kendime sonuca vardım. “ Demek ki tanıdığım insanlar tüm yalan haklarını benden yana kullanıyorlar diye.” Bir ara ciddi ciddi bunu düşündüm yalan değil ama sonradan dedim ki bu bizim diyarlar için yetersiz kota; bir ne ya dedim kendi kendime. Zaten adam kafadan; “ Ben asla yalan konuşmam beni biliyorsun” diyerekten ilk hakkını kullanıyor. Sonra yardır gelsin; kim ne kadar inanırsa… Kotasız yalan dönemi yaşıyoruz anlayacağınız.
Bilmiyorum yazdıklarım için bana kızan var mı ama cidden ya kelimelerde sıkıntı var ya da insanlar da. Çünkü ortada bir sıkıntı olduğu kesin ama sıkıntı nereden kaynaklı onu bulmak lazım. Bakıyorsun biri geliyor çıkıyor karşına “ Bana güven ben yanındayım” diyor; sen de doğal olarak umutlanıyorsun, dikkate alıyorsun, belki de farklı alternatif yollarından vaz bile geçiyorsun. Sonra o bana güven diyen kişi yüzüne bile bakmaz, selamını zor alır hale geliyor. Sen kendi kendine yaptığınla kalıyorsun. Bu şoku atlatıyorsun sonra birine ilgi duyuyorsun; sohbet – muhabbet vs. her şey güzel paylaşımlar, “ Hep yanındayım” lar falan. Sen de” Acaba bu, bu sefer doğru mu? ” diyerekten kafanda ve mazindeki yediğin tüm darbelere kafa tutup tüm samimiyetinle yolunu çiziyorsun. Sonra bir bakıyorsun “ Ben sana umut vermedim ki” sözüyle karşı karşıya kalabiliyorsun. Bir şey illaki de yazarak ya da söyleyerek ifade edilmez ki bazen davranışlar, bakışlar, tutumlar ve daha niceleri vardır. Ama insanlar o kadar sizi duymazdan gelir ki o zamanlar da “ Sen yanlış anlamışsın” deyip geçerler. “ Ama sen abi söyle yap demiştin ya hani” ya da “ Ama canım sen, beni bırakma asla demiştin ya hani” diye çoğu zaman diyemezsin bile, bazen dayanamaz ağzından dökülür kelimeler de pek önemsenmez. Güçlü olmanız lazım o yüzleşme esnasında çünkü onlar kendilerini sizden bir milyon kat haklı görürler; bir kum tanesi kadar haklı olmadıkları halde. Sen de ne yapacaksın, yolunu çizersin. Bu konu ile ilgili üstadım Oğuz’cum Atay’ın şöyle bir sözü vardır: “ Umursadığınız insan sizi hayal kırıklığına uğrattığında, insanları önemsemekten vazgeçip yalnızlığı seçiyorsunuz. ” Üstadım böyle demiş; eee Yalnız Kalem mahlası tombaladan çıkmadı bize de değil mi? Ben de nasiplendim bu hayal kırıklıklarından.
En garip olanı da ne biliyor musunuz Sevgili Okuyucular; kelimeleri kullanıp da eylemlerini yerine getirmeyen taraflar çok ama çok iyi anlaşıyorlar. Gerek sözlü gerek de fiilen aldatıldıklarını bile bile çok iyi anlaşıyorlar. Tertemiz bir kişiye şans vermek yerine aldatıldığı, kandırıldığı insana şans verebiliyorlar. İnsanların aklıyla oynuyorlar; kendisiyle çeliştirip beynini bulandırıyorlar. Nasıl mı oluyor; böyle olayları peş peşe yaşayıp gördükten sonra insan kendini sorguluyor. “ Acaba benim doğru olarak yaşadığım; dürüst, samimi, adil hayatımda mı sıkıntı var? diye. Bakıyor etrafa kendisinin zıttı olan kişiler hayatlarını yaşıyor; paralar, arabalar, evler, koltuklar, kalabalık ortamlar ve daha niceleri. En önemlisi size bir şans olmayanların onlara bir milyonuncu şans olması. Biliyorum bana garip gelen bu durum; bir yaşam biçimi halini almış ve en kötüsü de benimsenmiş olması. Ben böyle bir hayat istemiyorum!