Sevgili Okuyucular, yeni yılla ilgili köşe yazdığım günü daha dün gibi hatırlıyorum, o günden bugüne 8 ay geçmiş; inanın ciddi ciddi dün gibi geliyor bana. Bu arada pek keyfim yok, bugün pek siyaset falan yapmayacağım; ay sonlarında genelde sizlerle dertleşiyorum da bunu sanırım size ilk kez söylüyorum. Ağustos ayını bitirmek üzereyiz; ağustos, zafer ayıdır, gurur ayıdır. Tüm ülkemize kazanmayı çağrıştıran bu ayda tabii ki de kaybedişlerimiz de olmuştur. Hiç görmeden haberleşmeden sadece yürekten hissederek iletişim kurduğumuz bazı insanlar var bizim; ben onlara Öküz Çarpması kitabımda “ Erken Kaybedenler “ diyorum, üstadım Oğuz’cum Atay ise “ Tutunamayanlar “ diyor. Tutunamayanlardan herhangi biri olan ben de bu ay hayal kırıklığı vadesiz mevduat hesabıma önemli bir değer daha ekledim. Bana sorsanız dünyanın en değerli şeyiydi ama ülkemizde her şeyin ( Dolar, Euro, Altın vb. ) değeri artarken değerini kaybetti; yok etti kendini. Yapacak bir şey yok; üretici toplumundan tüketici olmaya başladıkça toplumuzda tercih ve seçim konusunda yeteneğimizi kaybetmeye başladık. İyi niyetler, samimi davranışlar ve güzel hisler tüketildi. İyiliğin yerini bambaşka şeyler almaya başladı; tercihler tamamen değişti; yapılan iyilikler boşta kaldı ve ” Bana mı sordun; yapmasaydın “ a döndü. Güzel hislerin yerini; çıkarlar, maddi olgular ve hayali kurulan ihtişamlı hayat aldı.
Anlayacağınız Sevgili Okuyucular sadece yiyeceklerin GDO’suyla oynanmadı; hislerin de, davranışların da ve hatta bazı insanların da. Kelimeler anlamlarını yitirdi, yazanlar değişti, okuyanlar değişti, filmler değişti, diziler değişti, insan ilişkileri değişti, yaşanılan coğrafyalar değişti, sevgi – saygı – aşk değişti, saç stilleri değişti, kıyafetler değişti, paçalar değişti ayak bilekleri göründü, pantolonlar önce kirletildi sonra dizleri kesildi, bakışlar değişti, sevgi sözcükleri değişti, okullardan müfredatlar değişti, alışkanlıklar değişti, arabalar değişti, gemiler değişti, televizyonlar – telefonlar – teknoloji değişti, duvarların boyaları değişti, kapıların kilitleri değişti, pencereler – kapılar değişti, silahlar değişti, bayramlar değişti, yasalar değişti, tüzükler değişti, üniformalar değişti, liderler değişti, partiler değişti, mevsimler değişti, iklimler değişti, şapkalar değişti, çoraplar değişti, evler değişti, işler değişti, değişti de değişti; bunlar ilk aklıma gelenler ve unuttuklarım varsa kusuruma bakmasın.
“ Değişmeyen bir şey olmadı mı? “ diye sormanıza fırsat vermeden cevap vereyim; tabii ki de değişmeyen şeyler var. Öncelikle sizlere Hereklileitos’un “ Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” fiks sözünü demeyeceğim ama adamın haklı olduğunu bilelim. Acılar değişmedi, kaybeden insanlar değişmedi, sevgisizliğin dayatıldığı imkânsızlıkların hüküm sürdüğü bazı coğrafyalar değişmedi. Değişmeyen bazı şeyler daha var ama dedim ya pek keyfim yok kafamı pek toparlayamıyorum. Ama aradan bir milyon yıl geçse de değişmeyecek bir şey var ondan eminim. “ Benin naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen Mustafa Kemal değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez. “ YAŞA MUSTAFA KEMAL PAŞA YAŞA “