Mart ayının 18'i geldi mi içimizi farklı duygular kaplar. Biraz buruk, biraz hüzünlü ama bir o kadar da gururla dolu duygular hâkim olur bize. Çünkü insanlığın kıyamete kadar dönüp dönüp bakacağı, bakıp da ders alacağı, tarihe unutulmaz bir not düşülmüştür. Çanakkale'de biz tarihin şeref sayfalarına adımızı altın harflerle yazdırmış bulunmaktayız. Her zaman dediğim gibi, yürekten inandığım bir cümlemi sizlerle paylaşıp sonra da çok fazla öznel söylemlerde bulunmadan Çanakkale Zaferi’nden bir iki anekdotla yazımı sonlandıracağım.
“ Türk tarihi kadar temiz dünyanın başka hiçbir tarihi yoktur; tarihi olmayanlar ancak bunun aksini iddia edebilirler. ” Senelerdir yürekten inandığım, savunduğum bir söylemdir bu, sizlerle de paylaşmak istedim. Şimdi ise Çanakkale ile bağdaşmış, bazı hikâyeleri hatırlatmak istiyorum.
Öncelikle dünyanın en anlamlı, en fedakâr yemek menüsünü paylaşmak istiyorum. Şimdilerde yediğimizi beğenmeyen nesiller olarak ibret-i âlem olması gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki geldiğimiz durum, tarihimizi unuttuğumuzu gösteriyor.
43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölük, 1915 yılı yemek listesi;
15 Haziran Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yok. Akşam: Yağlı buğday çorbası ve ekmek.
26 Haziran Sabah: Yok. Öğlen: Yok. Akşam: Üzüm hoşafı, ekmek.
18 Temmuz Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yok. Akşam: Yarım tayın ekmek.
21 Temmuz Sabah: Yarım ekmek. Öğlen: Yok. Akşam: Şekersiz üzüm hoşafı, ekmek YOK
Çok dersler çıkartılır bu menüden ama biz insanoğlu her zaman geçmişimizi unutup, bazı değer yargılarımızdan uzaklaşıyoruz. Dediğim gibi çok öznel konuşmak istemiyorum bugün ama benim okuduğumda çok etkilendiğim bir kıssayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Gece karanlık çökünce savaş duruyor. Aradaki mesafe 8 metre. Aralarındaki her hareketi hissedebiliyorlar. Avustralya - Yeni Zelandalıların bulunduğu siperde gece gitar çalıyorlar, bizimkiler de dinliyorlarmış. Şarkı bitince bazen bizimkiler alkış tutarlarmış. Karşı taraftakiler de tabii şaşırır. 'Bunlar ne biçim insanlar' diye. Bazen de bizim askerimiz bir türkü patlatıyor, karşı taraftan alkışlar. Burada manidar olan şu. Türkü okunuyor, alkış yapılıyor, bazen de istek yapılıyor. Kâğıda yazıyorlar, taşa sarıp bu tarafa atıyorlar. Bizimkiler alıp okuyor, 'Dün akşam söylediğiniz o güzel şeyi tekrar söyler misiniz?' Bizimki bir daha okuyor, yine alkışlar. Aradan birkaç gün geçiyor, istek yaptıkları halde türkü okunmuyor. Anzak tarafından bir kâğıda yazıp atıyorlar; 'Kaç gündür istediğimiz halde, o güzel şeyleri neden söylemiyorsunuz?' Bizimkiler alıp okuyorlar, sonra, 'Çünkü siz, 3 gün önce o güzel sesli askerimizi vurdunuz' yanıtını yazıp atıyorlar"
Duygularımızın yoğun olduğu bir gündür 18 Mart, en başta da dediğim gibi hem gurur hem hüzün aynı anda iki zıt hissi hissedebilecek kadar derin bir gündür. “Hey 15’li 15’li, Tokat yolları taşlı, On beşliler gidiyor, Kızların gözü yaşlı” tüylerim diken diken oluyor. 15 yaşında çocuklarla siperde mücadele eden bir milletin torunlarıyız biz. O sene çoğu lise mezun bile verememiş ama bizim nesilimiz milyon tane imkâna rağmen okullardan kaçıp, okullarını terk ediyorlar. Nereden nereye değil mi ama? Sorarım sizlere bazı kaynaklara göre 276, bazılarına göre 214 kg mermiyi kaldıran Seyit Onbaşıdan, 200 kelime haznesi olmayan bir nesile gitmek, sürü psikolojisiyle yaşayan birey olmak ne kadar acı değil mi?
Ama benim umudum var, yeter ki isteyelim yani. Çanakkale Zaferi’nin kahramanı, milli mücadelenin, kurtuluş savaşının kahramanı, hatta tüm dünyanın kabul ettiği Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe hitabesinde dediği gibi, “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” Atam’ın bu sözleri benim gelecekle ilgili umudumu artıyor. Aklıma da nutukta geçen “Benim yaradılışımda bir fevkaladelik varsa, o da Türk olarak dünyaya gelmemdir.” sözü bu umudumu perçinliyor ve hayata tutunmamı sağlıyor.
Şimdi buradan; başta Mustafa Kemal olmak üzere, tüm silah arkadaşlarına, 15’lilere, kahraman annelerimize, vatan sevdalılarına, kahraman askerlimize şükranlarımızı sunuyorum. Ruhlarınız şad olsun.