Türk edebiyat tarihinin en önemli isimlerinden biri de Anadolu Selçuklu döneminde yaşayan Nasreddin Hocadır. Hoca bu fani Dünyayı terk edeli yaklaşık 750 yıl oldu ancak o gün söyledikleri bugün dahi anlamını ve derinliğini koruyor. 
Günümüzde yaşanan bir çok olayın hala Nasreddin Hoca’nın anlattığı hikayelerde olduğu gibi bire bir cereyan etmesi sizce de tuhaf değil mi? 
Nasreddin Hoca döneminde ülkede söz sahibi olanların yada devlet idarecilerinin sırf kendi saltanatları için halkı hiçe saydığını sayısız Hoca fıkrasında okumuştuk. Yine böyle günümüze uygun düşen bir hikayesini sizlere hatırlatacağım. 
Nasreddin Hoca günlerden bir gün bir işi dolayısıyla Akşehir’den ayrılır. Gideceği yer uzak olduğundan hem yorulur hem de karnı zil çalmaya başlar. Yol üzerinde gördüğü bir dergahın kapısını çalar. Tanrı misafiri olduğunu hem aç hem yorgun olduğunu söyler. Dervişler Hoca’nın kıyafetinden, saçından sakalından, epeyce de yaşından dolayı misafir ederler. Tam da yemek vaktidir. Ortaya büyük bir sini getirilir. Sininin tam ortasına büyükçe bir yahni tenceresi konur. Dervişler hemen sininin etrafına dolanırlar. Hoca biraz yandakini iterek biraz araya sıkışarak siniye yaklaşır fakat Nasreddin Hoca’ya kaşık vermemişlerdir. Fakat ellerinde kaşık olan dervişler tencereye her uzanıp yahniden bir kaşık aldıklarında ve afiyetle mideye indirdiklerinde “ OH ÖLDÜM, OH ÖLDÜM “ deyip dururlarmış. Açlıktan nevri dönmüş Nasreddin Hoca bir hışımla yanındaki dervişin elinden kaşığı alır ve “ şu KEPÇEYİ az bir bize ver de biraz da BİZ ÖLELİM “ … der. 
Ben bu hikayede günümüzle ilgili çok benzer taraf buluyorum. Hep aynı kişilerin elinde kepçe oldukça ve bizlerin elinde kaşık dahi yoksa, neyin adaletinden veya adil dağıtımından bahsediyoruz? 
Bizler de ya Nasreddin Hoca gibi KEPÇEYİ almaya çalışıp karnımızı doyuracağız ya da olan bitene seyirci kalıp masadan AÇ KALKACAĞIZ …