Kendi halinde bir adam olan Rıfkı efendinin sahilde oturduğu banka uzun boylu, şık giyimli, biryantinli saçlarıyla biri oturur. İyi günler efendi bey amca der bizim biryantinli. Rıfkı bey zaten kısık olan sesiyle “ iyi günler bey oğlum” der zor zahmet. Hayat yükünün sırtına vurduğu ağır yükün altında ezildiğinden genç yaşta kamburu çıkmış. Yeterli gıda alamadığından zayıf kalmış, avurtları çökmüş, gözlerinin feri bitmiş, Azrail A.S. gelip canını almak istese “ nerede kaldım azizim” diyecek kıvamda olan Rıfkı efendinin aslında ne konuşacak takati nede sohbet etmeye bir isteği vardı. Az biraz sakinlik, biraz huzur çokça sessizlik istiyor ve sahilin en tenha yerini o yüzden seçmişti. Ama gel gör ki gevezenin biri hemen yanına ilişti. Biryantinlinin maddi olarak iyi olduğu kılık kıyafetinden belliydi. Böylesi tiplerin bu tenhada ne işi olabilirdi ki? Zaten az ötede sahilin tek kahvehanesi vardı. Bir şeyler içmek istese orası tek uygun yerdi. Çayın yanında peynirli tostu çok seven Rıfkı efendi ay başlarında maaşı eline aldığında eskiden o kahvehaneye gidip o tostu sipariş etmeyi kendince büyük bir olay olarak görürdü. Hele hele “tostun yanına okkalı bir çay da getir” demek ona tarifsiz mutluluk verirdi. Bu günlerde o tostu da o çayı da hayal olarak ancak görebiliyordu. Çay bilmem kaç kuruş, tost zaten lüks kategorisine girmişti onun için.
Biryantinli gevrek gevrek sordu; “ niye az ötede kahvehane olduğu halde burada oturuyorsunuz, hava sıcak sayılmaz, hatta hafif rüzgar üşütüyor bile diyebilirim. Sanırım orada çayın yanında yenecek poğaça, kek, simit hatta nefis peynirli tost bile vardır. Şöyle sıcak bir bardak çayı o nefis tostla yediğini bir düşünsene efendi bey amca, evde akşam yemeği yemek bile gerekmez. Hatta tostun ardından ikinci bir bardak demli çayın tadı sanırım insana tarifsiz bir huzur bile verebilir.” Sen ne dersin?
Hayatın bitkini, çektiği acılardan yaşam sevinci tükenmiş Rıfkı bey amca “ hakki aliniz var evladım” diye bildi zor zahmet. Fakat ne yaparsın, maaş meselesi. Bizim tekaüt maaşı buna münhal vermiyor.Yoğsam hem o kahvehaneyi bilirim hem de o nefis tostun tadını amma ne yaparsın akşam eve 2 somun alıp gitmek için ancak bütçemiz var.
Biryantinli yine gevrek gevrek sordu; “ Allah bilir senin evinde yoktur, kiradasındır” . Rıfkı efendi feri sönmüş gözlerini daha da kısarak “biz kim ev sahibi olmak kim, emekli olduğumda aldığım tazminatla borçları zar zor kapattım, yoksa yanmıştı keten helva. Maaş desen benimle birlikte can çekişiyor, banknotları elime aldığımda “ eve kadar ölmeseler bari” diye dua ediyorum!
Bizim biryantinli yine gevrek gevrek sordu; “ sen çalışırken biraz cukkayı doldursaydın, şimdi daha iyi bir hayatın olurdu. Ne bileyim, biraz kanuna usulsüz işlere onay verseydin, görmemen gereken evrakları sümen altı etseydin, az biraz müdürünün sözlerini dinleyip her ota boka itiraz etmeseydin şimdi o kahvede çayın yanında o nefis tostu götürüyordun, değil mi?
Zaten yaşamaktan umudu kesmiş Rıfkı efendi, “ yahu şeytan mısın nesin, bir rahat bırak beni” dedi, biryantinli gür sesle hem gülüyor hem de cevap veriyordu;
“ Aferin bey amca ÇABUK ÖĞRENİYORSUN” …