Çok öteden duyulan, küçük bir pilli radyodan gelen “ … daha önceleri nerelerdeydiniz …” şarkısının sözlerini mırıldayan adam az sonra balığa çıkmaya hazırlanan Selo kaptan. Biraz ileri de birkaç küçük motor daha son hazırlıklarını yapıp denize açılmak üzere.
Sahildeki salaş kahvenin o günün ilk müşterileri onlar olacak. Gece daha tüm karanlığıyla terk etmemişti kentin gökyüzünü. Alaca karanlıkta yol alanlar, kısa ama hızlı adımlarla işlerine gidiyor. Sokaklarda temizlik yapan “ çöpçüler” sokakları işgal etmiş köpeklerden muzdarip işlerini yapmaya uğraşıyor.
Yapraklarını dökmüş ağaçlar hazan mevsiminin sonlarında kışa girecek olmanın endişesini çoktan geçmişler. Bahar; çok uzak, yaz, hayal bile edilemiyor.
Kime satacağını kendi bile anlayamamış olacak yaşlı simitçi var gücüyle bağırıyor, “ taze … gevrek simittt …” iyi de ortalıkta pek kimse yok, kim alacak onca simidi?
Taksi durağında geceden nöbetçi kaldığı anlaşılan taksici otomobilin içinde battaniyesini çekmiş üstüne uyuyor. Kim bilir, yoldan gelen yabancı bir yolcu veya acil bir hasta için bir çağrı gelebilir.
Ekmek fırının önünde o an belki de kentteki en yoğun çalışma var. Daha yeni çıkmış ve mis gibi kokan nar gibi kızarmış ekmekler yükleniyor küçük kamyonete. Dağıtım başlayacak birazdan bakkallara ve mahalle aralarındaki bayilere! Cervantes’in dediği gibi “ tüm acılar azalır, yiyecek ekmeğin varsa” …
Öğrenciler karanlık saate rağmen yavaş yavaş sokaklara çıkıyor. Nasıl bir ayarlama bu, saatler neye göre ayarlanıyor? Gecenin en karanlık saatinde okula doğru yola çıkılır mı? Keşke tek anlaşılmaz yönümüz bu olsa!
Evlerdeki ışıklar birer ikişer yanmaya başlıyor. Ama kent hala olabildiğince sessiz. Sokaklar hala ıssız.
Aklıma uzun yıllar önce sokakları dolduran maden işçileri geldi. Sırtlarında kömürün her ton siyahına bulanmış iş kıyafetleri, neşe içinde sohbet ederek evlerine giden o yorgun ama mağrur, o çalışkan TTK işçilerini unutmam mümkün değil. Lavuar’dan geçen bantların etrafında dökülen kömür parçalarını toplayan o insanlar sahi nerede şimdi? Yoksa artık o bantlar yok mu?
Nerede bu kentin o eski pırıltısı? O eski yoğun günleri? Arada gazı alınan gazoz gibi, tek başına bırakılmışlığın, marka değerini yitirmenin ezikliğini mi yaşıyor?
Tek başına bir ülke ekonomisine can veren, hayat veren bir kentin şimdilerdeki hazin yalnızlığı sokaklarından, evlerinden, işyerlerinden akan bir sızı gibi yaşanıyor. Eğer bir dili olsa “ … yazıklar olsun size … “der gibi duruyor.