Yerin bilmem kaç yüz metre altından hepinizin bir tanıdığını, eşini-dostunu, kardeşini, çocuğunu temsilen yazıyorum. Geçen gün bahsettim ya yerin altındaki kahramanlardan onlardan değiliz biz, hatta onlardan daha da yerin dibindeyiz. Onlar kahraman bizler ne olduğumuzu bilmiyoruz da benim bir iddiam var sadece “ERKEN KAYBEDENLER” diye. Öyle bir yerde mücadele veriyoruz ki inanın kimse fark etmiyor bile anca biz birbirimizi bilir, görür ve hissederiz. 

Küçük Emrah modumuz ya da duygu sömürümüz yoktur cümlelerimizde ki sömürülmenin babasını yaşayan bizleriz. Hayallerimiz sömürülür tabii ki de umutlarımızı da. Dışardan kimse bizlerin farkına varamaz çünkü bizler toplumun gülen yüzleri olarak ilan edilmişizdir; içimiz kan ağlasa da öyle gülen yüzle görünürüz. Dil ucuyla naber, nasılsın gibi sorularla görünmeyecek kadar derinlerde yaşarız. En yakınlarımız ailemiz, arkadaşlarımız, dostlarımız bile anlayamazlar bizlerin diplerden seslendiğini; diyorum ya bizi bizden başkası anlamaz. Bizler dipte o kadar çalışır o kadar mücadele ederiz ki bize sadece gurumuz, duygularımız ve zekâmız arkadaşlık eder. Onurdan gururdan bihaber olanların bulutların üstünde sefa sürdüğü dünyada bizler magmaya doğru yolculuk etmekteyiz. Çünkü çevremizde milyonlar bile olsa biz yalnızlığı temsil ederiz ( manitacılıktan bahsetmiyorum). Erken kaybedenlerden birini temsilen Öküz Çarpması kitabımda şöyle yazmıştım:

“Benim hikâyem 88 yılının ilk ayının son günlerine doğru sevgisizliğin dayatıldığı, alkolün hüküm sürdüğü, yalandan gelenekçi, yeşilin egemen olduğu bir coğrafyada başladı. Kafadan birkaç sıfır yenik başladık, biz zaman zaman gol attık sandıysak da bu goller başkaları için gol değeri taşımadı. Biz de bir süre sonra çoğu zaman bu mağlubiyetleri kabul ettik, hükmet kaybetmek de bu mağlubiyetlerin içinde var tabii.” Biraz kurgusal düzlem olsa da yazılanlar gerçeklik değeri taşıyor. Anlayacağınız bizim “Umut” diye yazdığımızı “Unut” diye okudular her zaman ve her fırsatta ama bizler hiç unutmadık daha da umduk daha da çalıştık. Hiç mi pes etmediniz? diye sorarsanız. İki soluk arasında on sekiz kere pes etmişliğimiz bile vardır ama her seferinde birbirimizi htik; haberimiz bile olmadan destek verdik birbirimize. Nazım’ın da dediği gibi:

“Dostlar ki,

Bir kere bile selamlaşmadık.

Ama aynı ekmek,

Aynı hürriyet,

Aynı hasret için ölebiliriz”

 

Erken kaybedenleri anlatıyor gibi Nazım; o her ne kadar farklı bir düzlemde yazsa da. Erken kaybedenlere seslenerek bitireceğim yazımı ama öncesinde onların yakınlarına birkaç kelam edeyim. Erken Kaybedenlerin yakınları; bizleri anlamak, görmek zordur. Bizler toplumun bizlere biçtiği imkânsızlıklar içinde hayat sürmeye çalışan eksik, yalnız, mücadele etmekten vazgeçmeyen toplumun gülen yüzleriyiz. Sizlerden destek falan beklemiyoruz yanlış anlaşılmasın; demagoji ya da duygu sömürüsü yok burada tekrar söyleyeyim de. Desteğe gerek yok, köstek olmasın bizlere kimse o yeter. He destek olacaksanız da eyvallah yani; mutlu oluruz; hem de öyle böyle değil, başımızın üstünde yeriniz var. Şimdi sıra bizimkilere seslenmekte. Yüksek müsaadenizle.

Sevgili Erken Kaybeden Kardeşlerim,

Olur da bu dünya güzelleşirse bunu bizler başaracağız, bizler yapacağız bunu. Bizler bu hayatı hiçbir beklenti, çıkar ya da menfi olgularla yaşamıyoruz. Bu yüzden bu hayatı da, Ahmet Arif’in raflardaki tozlu kitaplarında kalmış olan aşkı da, kara bulutlarla çevrili memleketi de ve kaybolmaya yüz tutmuş insanlığı da biz güzelleştireceğiz ve bu güzellikleri hak ettikleri yere getireceğiz. Ben inanıyorum, siz de inanın; her ne kadar sesimizi duyan olmasa da belki yazdıklarımızı okurlar. Yazalım sizler de yazın; usanmadan, bıkmadan, pes etmeden.

Hey yukardakiler dipten sesleniyoruz; sesimizi duyan var mı? Dünyayı güzelleştirmeye geleceğiz bir gece ansızın; haberiniz olsun.