Bir ülkede gerçek manada bir kalkınma olacaksa, halkın yaşam seviyesi yükselecekse, geleceğe daha olumlu bakmaya çalışıyorsak önce “samimiyet” gerekli .
Belki defalarca yazılmıştır. Belki aile büyüklerinden duymuşuzdur. Belki ülkesiyle ilgili duyarlı bir bireyseniz mutlaka bir tartışma programında/gerçi artık tartışma programları yok, algı programları var/izleyip dinlemişsinizdir, biz gelişmekte olan ülkelerden biriyiz.
Kaç yıldır böyleyiz?
Birçok iktisatçıya göre Türkiye 1950li yıllardan bu tarafa “ gelişmekte olan ülke “ konumunda. Bu tanımı biraz açalım. Dünyada “ ekonomik(kısmen de coğrafik) olarak gelişmiş ülkelerden bir seviye geride yer alan Dünyadaki bir çok ülkenin değerlendirildiği bir kategoridir”. Yani ya Şampiyonlar ligindesiniz ya da amatör kümede ! Bunun bir ortası yok mu? Var. Her iki ligde de yer almıyorum diyebilirsiniz. Sudan; dedi mesela. Yemen, Afganistan, Somali biz bu liglerde oynamıyoruz dediler. Çağdaş Dünyayı yakalama gibi bir kaygıları yok. Üsttekiler çok rahat, alttakiler rahat değil ama korkuyorlar.
Kolonya içip kafa bulan ayyaşlar gibi ülkeler bunlar. Aydınları, bilim insanları, yazarları çizerleri, sanatçıları hatta politikacıları işin kolayını bulmuş, “oyalıyorlar” “oynuyorlar” .
Uzun yıllar önce İspanya’da, Portekiz’de, Arjantin’de daha fazla olarak Brezilya’da futbolla uyutulan milyonlar vardı. Sahalarda deşarj olan yüz binler, sokaklarda dans eden çılgın insanlar ve finalde ucuz ekmek kuyruğunda anlaşılan gerçekler. Bu ülkelerden bazıları kuyruğu titretmeden kurtulmayı başardı. Bazıları “ resmen kuyruğu titretti” ama ülke gerçeklerine uygun politikalarla gemilerini yeniden yüzdürmeyi başardı. Daha önce de yazmıştım bu ülkelerden biri Arjantin’dir. Latin Amerika ülkeleri iyi örneklerle yollarını/rotalarını düzelttiler. Günümüzde Dünyanın en ücra ülkelerine dahi futbolcu yollayan bir Brezilya “ sanayide, teknolojide “ ürün pazarında marka olma yolunda ilerliyor. Futbol bizi taşır, demiyor. Onlarda biliyor değirmene her gün su gelmeyebilir.
MİT’ler yani efsaneler, söylenceler veya halk öyküleri güzeldir, dinlenir, keyif alırsınız hatta koltuklarınız kabarır ama gerçekleri anlatmıyor, bırakın anlatmayı yaklaşmıyorsa bile sizi olduğunuz seviyeden farklı bir yere taşımaz. Güzel bir söz vardır “hayal içinde yaşayan, kenef içinde uyanır”.
Doğruları ama yalnızca doğruları paylaşmalıyız. Doktorun hasta yakınına yapacağı en doğru yaklaşım “onlara hastanın gerçek durumunu anlatmasıdır”.
Örneğin geçen hafta eski başbakanlardan sayın Tansu Çiller’in ülke ekonomisiyle ilgili yaptığı açıklama çok ilginç geldi bana. Daha 30-40 gün öncesine kadar hakkında olumsuz tek kelime etmediği “ekonomimiz “ için geçen haftaki basın açıklamasında “ büyük bir ekonomik kriz beklentisi var” dedi. Ekonomilerde( herkes ekonomi eğitimi almak zorunda olmadığından bilmek zorunda da değildir) işler 1 haftada 1 ayda falan bozulmaz veya tam tersi uzun yıllar süren yanlış sistemlerin tamiri 5 ayda 9 ayda falan yapılamaz.
Sayın Çiller bir ekonomi profesörüdür ama ne hazindir ki kendi halkına, üstelik bu halkın verdiği vergilerle eski başbakan maaşı alan biri olarak/ uyarı yapmak için seçimlerin bitmesini beklemiştir. Sizi bilmem ama ben bu tip siyasetçilere hakkımı asla helal etmiyorum. Yalnızca o değil, her kim bu ülkedeki gerçekleri halktan saklıyorsa büyük bir vebalin altındadır.