Hep övündüğümüz ve gurur duyduğumuz tarım politikamız ve hayvancılığımız gerçekten milli mi?
Uzun yıllar önce her yerde böbürlenerek anlattığımız “tarımda kendi kendine yeten 3/5 devletten biriyiz” sözü bir şehir efsanesi miydi yoksa?
Dünyada kıtlık olsa bizde olmaz, suyu bol toprağı bereketli kadim Anadolu hala aynı cömertlikte mi?
Çocuklarımız çok eskiden dede/nine ziyaretlerine gittiklerinde o şirin evlerin bahçelerindeki ağaçtan erik, elma, kiraz dalından domates koparır ve büyük bir iştahla yerlerdi. Şimdi o evlerin yerinde devasa binalar var. Ne meyve ağacı, sokak aralarında yeşil ot görecek kadar bile toprak alan yok.
Küçük bir bilgi paylaşayım.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığına bağlı tüm kurumlarda 115 bin kişi çalışıyor. Bu rakama kurumda görevli binlerce Zıraat mühendisi de dahil. Aralarında veteriner hekim ve konusunda uzman biyologlar var, zaten olmalı da. Büyük devlet yatarak değil üreterek çalışarak olunur.
Ülkede 30 adet Zıraat fakültesi var.
Bununla beraber, 50 civarında “Araştırma Enstitümüz “var.
Geçen yılki rakamlarla 10 bin kadar işsiz Zıraat mühendisimiz var. Birkaç yıl önce katıldığım bir televizyon programında anlatmaya çalışmıştım. Her köy de 1 muhtar var bana göre bunların yanına birer de Zıraat mühendisi istihdam edip maaşa bağlasak ve üretimle birlikte onları performanslarıyla değerlendirmeye tabi tutsak, fena mı olur?
Yukarıdaki rakamlara bakınca insan heyecanlanmıyor değil, neredeyse İzlanda nüfusu kadar insan Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında çalışıyor. Rakam inanılmaz ama tohumlar hala dışarıdan ithal ediliyor.
Bu ülkede Araştırma Enstitüleri ne işe yarar? Başlarında kim, niye var? Örneğin hangi Enstitü yerli tohumlarla ilgili bir çalışma yapıyor? Bu çalışma bir izne mi bağlı?
Tüm bunları Şili’den gelen “kuru erik” paketine bakarken düşünüyordum …